Koronavirüs (Covid-19) elbette öncelikle bir sağlık tehdidi sorunu; ancak iktisadi ve sosyal uzantıları sorunun çok daha kapsamlı ve sistemik olduğu gerçeğini de gizlemiyor. Covid-19 tehdidini çok daha karmaşık biçime dönüştüren ana nedenlerden birisi de bilgi kirliliği sorunu. Virüsün yayılış hızına, iktisadi maliyetlerine, küresel düzene ilişkin rasgele varsayımlara dayalı projeksiyonlar, önümüzü görmemizi büsbütün engelliyor; belirsizlikleri derinleştiriyor.
Bu yazımda Covid-19’un küresel ekonomik düzene ilişkin maliyetlerini kalkınmakta olan ülkeler ve daha genelde kalkınma stratejisi açısından Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Ticaret Konferansı’nın (UNCTAD) geçtiğimiz hafta içinde paylaştığı raporlara dayanarak tartışmak arzusundayım. UNCTAD, gezegenimizin doğal kaynaklarına saygıya dayalı sürdürülebilir kalkınma ve insan onuruna yakışır odaklı üretim anlayışını koruyan ender uluslararası kurumlardan birisi. Raporda yer alan veri ve görüşleri paylaşmanın önemli olduğu düşüncesindeyim.
Covid-19 krizi, küresel ekonomideki mevcut dengesizliklerin üzerine oluştu
UNCTAD araştırmacıları, koronavirüsün küresel ekonomide yol açması olası kayıpları büyümede yüzde 2.5’in altına düşülürse 1 trilyon; eğer büyüme hızı yüzde 1.7’nin de altına inerse 2 trilyon dolara ulaşacağını öngörüyor. Krizin küresel ekonomiye etkisinin, bilindiği üzere, üç ana kaynaktan oluşması beklenecek: Talep yönünden (gelirlerin azalması, tüketim ve yatırım harcamalarının ertelenmesi, vb.); arz yönünden (küresel üretim zincirlerinin tahribatı, ara ve yatırım mallarında tedarik süreçlerinin aksaması, …) ve finansal sistemin çökmesi.
Covid-19 krizi, UNCTAD’ın geçen yıllarda yayımlamış olduğu Ticaret ve Kalkınma Raporlarında da ısrarla vurgulandığı üzere, küresel ekonomide yaygın bir durgunluğun hüküm sürdüğü, sabit sermaye yatırımlarının ve reel üretkenlik kazanımlarının tarihsel olarak çok düşük düzeylerde seyretmekte olduğu, küresel düzeyde gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerin derinleştiği ve finans sisteminin köpükleşerek, aşırı risk algısı ile birlikte küresel borç yükünün zirve yaptığı bir durgunluk ve dengesizlik ortamında oluştu.
Küresel ekonominin içine sürüklendiği büyük durgunluk 2008/09 krizinden bu yana aşılabilmiş değil. Ücretli emeğin bir yandan düşük ücret gelirleri, diğer yandan da enformalleştirilmiş, parçalanmış işgücü piyasalarındaki güvencesiz istihdam biçimleriyle yoksullaştırıldığı; küresel ticaretin en az üçte ikisinin en büyük 2 bin ulus-ötesi şirket tarafından yönetildiği ve servet birikimindeki eşitsizliğin yarattığı sosyal dışlanma ve toplumsal şiddet ortamı on yılı aşkın bir süredir küresel ekonominin yeni normali olarak anılagelmekteydi. Söz konusu yeni normal süresince küresel finansal varlıkların değerleri şimdiye değin sadece gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının pervasızca uyguladıkları parasal genişleme politikaları sayesinde korunabilmiş ve dünya sıfır faizli, ucuz likiditeye boğulmuş durumdaydı. Finansal fonların, sabit sermaye yatırımları yerine giderek daha riskli ve spekülatif nitelikli finansal rant oyunlarında heba edilmesi, durgunluk – eşitsizlik kıskacının da ana unsurunu oluşturmaktaydı.
Ancak, yerçekimi yasalarını hiçe sayan bu balonlaşmanın bir diğer yansıması da küresel borç stokundaki olağanüstü sıçramaydı. 2008 krizinden önce 152 trilyon dolar olan küresel borç stoku on yıl içerisinde 240 trilyon dolara çıkmış, dünya milli gelirler toplamının da neredeyse üç misline ulaşmıştı. Söz konusu artışın içinde en büyük payın ise finans-dışı, reel kesim özel şirketlere ait olduğu görülmektedir. UNCTAD verileri, reel sektör şirketler kesiminin dış borçlarındaki artışın, bu kesimce gerçekleştirilen sabit sermaye yatırımlarındaki artışın neredeyse iki misli üstünde olduğunu dile getirmektedir. Büyük durgunluk boyunca, reel üretim şirketlerinin de artık birer finansal rantiye üssüne dönüşmüş olduğu gözlenmektedir.
Yeni küresel düzen çağrısı
UNCTAD raporu, bu veriler ışığında Covid-19 krizi ile mücadelenin iki boyutta değerlendirilebileceğini önermektedir. İlki, bundan evvelki müdahale biçimlerinde olduğu üzere, merkez bankalarınca yürütülecek parasal genişleme yoluyla ucuz krediye dayalı talep desteği sunmak ve beklemek. Ancak, krize intibak sürecinin V ya da U biçiminde zamana yayılacağı beklentisi sorunları ertelemekten öteye gitmeyecektir.
İkinci bir mücadele yöntemi ise alınacak tedbirleri en başta krizi yaratan ekonomik ve sosyal koşulların dönüştürülmesiyle birlikte ele almakla ilintilidir. Odaklandırılmış ve aktif makroekonomik politikalar ile birlikte sosyal dayanışmayı, kamusal üretimi ve doğamızın kaynaklarına (ve iklim boyutuna) duyarlı, sürdürülebilir kalkınma stratejilerini birleştirecek yeni bir toplumsal düzenin kurumlarını oluşturmayı tasarlamakla işe girişebiliriz. Kâr amacına değil, toplumsal faydanın üretimine ve eşitlik içinde paylaşımına odaklanan bir dünyayı yaratabiliriz.
UNCTAD’ın çağrılarına ek olarak, daha somut ve acil bir öneri de bu satırlarda yer alsın: Mevcut Covid-19 krizini aşmak üzere sıfır faizli, genişleyici para politikaları yerine, ücretli emeğe doğrudan gelir transferi ile birleştirilecek bir genişleyici maliye politikası uygulamayı; oluşacak kamu açıklarını kapatmak için de yerel ve küresel boyutta bir servet vergisini devreye sokmayı düşünsek? Söz konusu tasarımın “finansal sistemin sağlığına” ve hatta “piyasa sisteminin mantığına” aykırı olduğu kuşku götürmeyecektir. Ben de tam bunu kastetmekteyim.
18.03.2020