ffa41
Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı 12 Eylül’ün antidemokratik, baskıcı özünü içinde barındırmaktadır.

Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı 12 Eylül’ün antidemokratik, baskıcı özünü içinde barındırmaktadır.

 

12 Eylül darbesinin ürünü olan sendikal yasalar her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Hükümet toplum tarafından genel kabul gören bu değerlendirmelerden hareketle “antidemokratik 12 Eylül darbe mantığının ürünü olan sendikal yasaları” değiştirme iddiasıyla bir değişikliğe girişmiştir.

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik ve Türk-İş Başkanı Sayın Kumlu’nun ifadesiyle; mutlak bir ortaklık olmasa da, tüm sosyal tarafların içinde olduğu “asgari müşterek” yaratılmıştır. Ancak tasarı TBMM’ye gitmeden, Sayın Başbakan devreye girip Türk-İş yönetimi ile yapılan görüşmeyle oluşturulan “yeni bir asgari müşterek”!!! ile, mevcut tasarı üzerinde değişiklikler yapılarak TBMM’ye sevk edilmiştir.

 

Tasarı birçok yönü ile özgürlükçü değildir

TBMM’ye sevk edilen yeni Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı, grev hakkı ve sendikal örgütlenme gibi iki temel başlıkta 12 Eylül mantığını aynen sürdürmektedir. Tasarı daha da ileri giderek “demokrasi” cilası ile yasakçı, baskıcı bir düzenlemeyi de hayata geçirmek istemektedir.

 

Tasarıda, iş güvencesi, örgütlenme özgürlüğü, sendika seçme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadığı gibi, grev yasakları ile grev hakkı kısıtlanmış, Yüksek Hakem Kurulu gibi 12 Eylül ürünü kurumlar korunmuştur. Bu da yetmezmiş gibi, Tasarının 64/6 maddesi ile Hava ulaşımı alanında faaliyet gösteren işyerlerinde, grev esnasında işveren faaliyetinin yüzde kırkının sürdürüleceği belirtilmiş ve çalıştırılacak işçi listesini belirleme görevi de işverene verilmiştir.

 

Öte yandan Tasarı ile işverenler dâhil tüm tarafların anlaştıkları ve sendikaların en önemli unsuru olan sendika temsilcinin güvencesi hakkı, Sayın Başbakan, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Sayın Kumlu’nun yeni mutabakatı ile yok sayılmıştır.

 

Tasarı, ayrıca örgütlenme özgürlüğünü genişleten bir yapıya sahip değildir. Bunun en büyük kanıtı sendika üyeliğinin sadece işçiler için tanımlanmış olmasıdır. Tasarı emeklilerin, gençlerin ve köylülerin sendika kurmalarına ve üye olmalarına imkân tanımamaktadır.

Bu tasarı, ne kadar cilalanırsa cilalansın 12 Eylül’ün darbeci generallerinin hazırladığı çalışma yasalarının da gerisinde bir tasarıdır. Bu tasarı yasalaşırsa ülkemizde örgütlenme ve grev hakkı yasal olmasa da fiilen yasaklamış olacaktır.

 

Grev hakkının önündeki engeller

Toplu pazarlık ve sendikal örgütlenme özgürlüğünün sınırlarını belirleyen en önemli unsur, grev hakkıdır. Bu hakkın ne şekilde tanımlandığı ve bu hakkın nasıl kullandırılacağı da önemli bir kriterdir.

Hükümet 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunda, 1982 Anayasası’nda yer alan siyasi grev, genel grev, dayanışma grevi gibi yasakların kaldırılacağı propagandasını sık sık yapmıştır. Referandumda “yetmez ama evet” diyen bir kısım çevreler de bu değişikliği basın yayın organları aracılığı ile “Türkiye’nin ileri demokrasiye hamlesi” olarak niteleyip, propagandasını yapmışlardır. Ancak, Anayasa’nın 54. maddesinde yer alan bu yasaklar kalkmış olmasına rağmen, sıra bu konunun kanunda düzenlenmesine gelince grev hakkı son derece sınırlı olarak düzenlenmiştir. Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı, darbe yönetiminin baskıcı ve yasakçı grev tanımı bile geriye götürülmüştür.

TBMM’ye gönderilen tasarıda grev hakkı tıpkı yürürlükteki Kanun’da olduğu gibi, yalnızca toplu görüşme sürecinde yaşanan tıkanmalar sonucunda ve uzun bir bürokratik süreç sonunda kullanılabilecek bir hak olarak tanımlanmıştır.

Tasarı; hak grevi, genel grev, dayanışma grevi ya da siyasal grevi yasadışı olarak kabul etmeye devam etmektedir. Ayrıca tasarıda, Bakanlar Kurulu’nun grev erteleme yetkisi devam etmekte, böylece tasarı iktidara grev yasakları konusunda tam yetki vermeye devam etmektedir.

 

Grev yasakları devam ediyor

Tasarıda şehir içi toplu taşıma hizmetleri ve bankacılık sektörü gibi pek çok işkolunda grev yasakları hala devam etmektedir. Ayrıca, gerçek anlamda sendikal özgürlüklerden yana olan bir yasal düzenlemede lokavtın bir hak olarak yer almaması gerekirken, tasarıda lokavt uygulaması devam etmektedir.

  

İş güvencesi ve temsilci güvencesinin olmadığı, örgütlenme ve grev yasaklarının olduğu bir çalışma yaşamında; tek başına işkolu barajını  ön plana almak anlamsızdır.

Tasarı tartışmalarında işkolu barajı üzerinden rakamsal tartışmalar yaratılarak gerçekler gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

İş ve temsilci güvencesinin olmadığı, örgütlenme, sendika seçme ve grev hakkının olmadığı ya da sınırlandırıldığı, Yüksek Hakem Kurulu gibi anti demokratik bir kurumun varlığının korunduğu, sendika toplu sözleşme yetkilerinin düşürülmeye çalışılmak istendiği bir düzenlemede, baraj tartışmaları anlamını yitirmektedir.

 

İşkolu barajının binde beş’ten yüzde üç’e çıkarılması tartışmaları, işveren taleplerini hayata geçirmenin, Kıdem Tazminatı’nın fona devrederek, ortadan kaldırmanın, esnek çalışma, taşeronlaştırmanın yaygınlaştırılmasının ve bölgesel asgari ücretin yasalaştırılmasının zeminini hazırlamaya yönelik “ölümü gösterip, sıtmaya razı etme” durumudur.

 

İşkolu barajı kâğıt üzerinde azaltılmış, gerçekte ise artırılmıştır

Diğer yandan işkolu barajını yüzde on’dan yüzde üç’e indirdik söylemi, gerçeği yansıtmamaktadır.  Tasarıyla birçok işkolu birleştirildiği için işkollarında çalışan işçi sayısı artmıştır. Ayrıca tek taraflı olarak işveren bildirimine dayanan ve ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı SGK istatistiklerinin doğruluğu da ayrı bir tartışma konusudur. Dolayısıyla “barajları indiriyoruz” “çalışma hayatını demokratikleştiriyoruz” söylemi, siyasi iktidar için yurt içi ve yurtdışı çevrelere verilen propaganda amaçlı bir  “ileri demokrasi” söylemidir. Oysa çalışma hayatımız açısından gerçek bunun tam tersidir.

Tasarı ile yüzde üç olan işkolu barajı, gerçekte çoğu işkolu için 12 Eylül darbesinin paşalarının hazırladığı ve barajın yüzde on olduğu yasadan daha yüksek bir barajdır. Örgütlenmenin önündeki barajlara yeni barajlar eklenerek, yandaş sendika ve konfederasyonlar için korunaklı duvarlar örülmektedir.

Birçok sendikayı toplu iş sözleşmesinin tarafı olmaktan mahrum bırakan bu düzenleme, sendikal hak ve özgürlükler ile toplusözleşme ve toplu pazarlık hakkına bütünüyle aykırıdır.

 

Tasarıda yandaş sendika yaratma baskılarına karşı Anayasal sendika seçme hakkını güvence altına alacak referandum hakkı yoktur

 

Hükümet gerekli gördüğünde her zaman referanduma gitmeyi demokrasinin önemli bir unsuru olarak görmektedir. Referandumu demokrasinin ifadesi olarak gören Hükümet, Tasarı’da sendika seçme hakkının, sendikal özgürlüğün güvence altına alınmasına yönelik referandum hakkını düzenlenmemiştir.

Referandum hakkı, bir yandan yandaş sendika yaratma baskılara karşı işçinin Anayasal sendika seçme hakkını güvence altına alırken, diğer yandan da uzun yetki tartışmalarını engelleyecektir.

Tasarı çalışma hayatına ilişkin birçok yeni düzenlemeyi gündeme getirmesine rağmen bunların bir kısmı, Yargı Kararları ile içtihat haline gelmiş düzenlemelerin yasaya eklenmesidir. Ancak Tasarı, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev gibi kolektif haklarda 12 Eylül dönemini aratmayan yasakçı ve baskıcı bir zihniyet içermektedir. Tasarı’nın özü budur.

 

Sonuç olarak bu Tasarı, 12 Eylül döneminin baskıcı çalışma yasalarının, “çalışma hayatını demokratikleştiriyoruz” söylemi ile yeniden cilalanmasıdır.

Sayın Başbakan ile oluşturulan mutabakat hakkında kamuoyunda birçok iddia gündeme gelmektedir.

Bu ortak mutabakat oluşturulurken Kıdem Tazminatı’nın fona devrine, taşeronlaştırmanın yaygınlaştırılmasına, esnek çalışmaya ve bölgesel asgari ücrete “evet denmiş” midir?

Sayın Başbakan’la sağlanan mutabakatta,  temsilci güvencesi niçin kaldırılmıştır. Başka tavizler verilmiş midir?

Tüm bu soruların cevaplarını kamuoyu merakla beklemektedir.

Saygılarımızla.

 

                                                                    Belediye-İş Sendikası

 

GÜNDEM