Kuşkusuz bir kitabı, en iyi o kitabın yazarı anlatabilir. Özellikle bu kitap 740 sayfalık hacmiyle alanında temel başvuru kaynağı olmaya aday “İnsan Hakları Ve Avrupa Birliği Hukukunda Ayrımcılığın Kaldırılması Ve Türkiye” kitabıysa. Prof. Dr. Mesut Gülmez’in mükemmel bir sunuşla çalışmasını özetliyor.
SUNUŞ
Bu çalışmanın sonunda da yinelemek istediğim ilk sözüm şudur: Ayrımcılık yasağı ile genel eşitlik ve onun çalışma hukuku alanına özgülenmiş anlatımı olan eşit işlem ilkeleri, aralarında su sızdırmaz duvarlar bulunan ilkeler değildir. Birbirinin ikizi olduğunu düşündüğüm bu ilkeler; özellikle insan haklarının kullanılması bağlamında, birinin söz konusu edilmediği durumlarda ve düzenlemelerde de, birlikte varolan, çok daha önce başka yazarlarca da belirtildiği gibi, özünde aynı ve tek ilkenin olumlu ve olumsuz iki yüzünü anlatan ilkelerdir.
Bu yaklaşımın sonucu olarak ve bölünmezliklerini vurgulamak üzere, “ayrımcılık yasaklı eşitlik (ya da hukuk önünde eşitlik)” olarak adlandırılabileceğini düşündüğüm bu ilkenin, insan hakları sözleşmelerinde hukuksal güvenceye bağlanmış ayrı bir “hak” (temel hak) olmasının yanı sıra, kavramın tanımının temel öğelerinden birini oluşturduğunu düşündüğüm bir başka özelliği yada rolü vardır: Üstün ve ölçü ilke yönüyle, tüm insan haklarının somut ve eylemli olarak kullanılmasının da güvencesi olma işlevi.
I.
“Ayrımcılık yasaklı eşit işlem” olarak nitelendirdiğim bu ilke, öncelikle, Avrupa Birliği bağlamında vurgulanan bu özelliğinin yanı sıra, ‹nsan Hakları Uluslararası Hukuku’nun bir “üstün ilkesi”dir; antlaşmasal ve sözleşmesel kaynakların, hem genel olarak herkes için, hem de kimi haklardan yararlanma konusunda özel olarak belirli hak özneleri için hukuksal güvenceye bağladığı “evrensel bir hak” tır.
Evrensel ve bölgesel ölçekli insan hakları belgelerinin hemen hepsinde tüketici olmaksızın sayılan ırk, cinsiyet, etnik köken, din yada inanç, yaş, engel ve cinsel yönelim gibi nedenlere dayalı ayrımcılıklara karşı savaşım; bir yandan birçok kişi kümesi ve özellikle korunma gereksinimi içinde bulunan hak özneleri için ve öte yandan da, giderek genişleyen birçok alanda sürekli biçimde yürütülmesi gereken ve başarıya ulaşabilmesi için hukukun yanı sıra başka araçların da uygulamada devreye sokulmasını; ulusal ve uluslararası resmi kurumların yanı sıra, sivil toplumdan birçok kişi ve kuruluşun da tüm düzeylerde çaba ve katkılarını, işbirliği yapmalarını gerektiren çokboyutlu bir sorundur.
II.
Kimi zaman değişik terimlerle anlatılsa ve aralarına değişik bağlaçlar konulsa da, olumlu ve olumsuz anlatımlarıyla aynı gerçeği yada olguyu dile getiren, bir anlamda aynı madalyonun iki yüzü sayılabilecek iki ilkenin, yani eşit işlem ve ayrım gözetmeme ilkelerinin, “Avrupa sosyal modeli”nin (de) temel bileşenleri arasında, “odağında” yer aldığı belirtilmektedir. 1 Ayrımcılığın kaldırılması yada önlenmesi sorununun; Avrupa Birliği’nin genişleme sürecine koşut olarak, gerek Avrupa Bir-liği’nin kendisi ve üye devletleri için, gerekse Aralık 1999’daki Helsinki doruğunda alınan “Türkiye’nin bir aday devlet” olduğu kararından beri de ülkemiz için, daha da önemli bir boyut kazandığına, ağırlığının giderek arttığına kuşku yoktur.
III.
Bir “insan hakları sorunu” olarak ayrımcılığın kaldırılmasının ve daha eksiksiz bir tanımla, ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesi”nin, Türkiye açısından genel olarak bir “uyum sorunu” ve çalışma hukuku ve sosyal politika alanlarıyla sınırlı olan bu çalışmada ise bir “sosyal uyum sorunu” bağlamlarında incelenmesi; dar anlamda AB hukuku ve müktesebatı ile sınırlı olmaksızın, aynı zamanda Avrupa Birliği’ni de kapsamak üzere geniş anlamda evrensel ve bölgesel düzeyli ve değişik nitelikli tüm belgelerin yanı sıra, sözleşmelerce oluşturulan yetkili denetim organlarının kararlarının da ele alınmasını gerektirmektedir. Olabildiğince eksiksiz bir inceleme, ayrımcılık karşıtı insan hakları ortak hukukuyla yapılabilir. Bir yandan, gerek oluşum ve gerekse uygulama süreçlerinde kendi aralarında etkileşim içinde bulunan, öte yandan da ulusal hukukumuza esin kaynağı olan evrensel ve bölgesel ölçekli uluslararası pozitif hukuk ile içtihat hukuku bir bütün olarak ele alınmadıkça, bu alanda yapılacak çalışmaların ve kuşkusuz uyum düzenlemelerinin eksik kalması kaçınılmazdır.
Öncelikle Türkiye açısından, İnsan Hakları Uluslararası Hukuku’nun bu konudaki “pozitif” ilke ve kuralları, ülkemizi “hukuksal” yönden bağlayan ve “ulusalüstü” nitelik kazandırıldığından doğrudan uygulanması gereken insan hakları sözleşmeleri, denetim organlarının kararlarıyla birlikte göz önüne alınarak incelenmelidir. Kanımca bu uluslararası çerçeve, ulusal hukukla bütünleştirilme biçimlerine göre, kuşkusuz yalnızca Türkiye’yi değil, üye devletlerin üstlendiği yükümlülüklerin yerine getirilmesi bağlamında Avrupa Birliği’ni de “alt sınır” olarak bağlamaktadır. Çünkü hak özneleri açısından “ayrımcılığa uğramama hakkı” ve üye devletler ile Avrupa Birliği açısından da eşit işlem ilkesini uygulamaya aktarmak amacıyla tüm biçimleriyle ayrımcılıkları kaldırma ve bu amaçla somut önlemler alma yükümlülüğü, Avrupa Birliği’nin kurucu belgelerindeki temel ilkelerden olan “insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı gösterilmesi” ilkesi kapsamındadır ve bu, “antlaşmasal” ilkenin bir gereğidir.
Antlaşmalarda yer almış olması nedeniyle “anayasal” nitelik ve değer taşıyan bir yükümlülük olarak ayrımcılık yasağının hukuksal çerçevesi ve içeriği ise; Avrupa Konseyi gibi bölgesel, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Çalışma Örgütü gibi evrensel ölçekli uluslararası kuruluşlarca kabul edilmiş genel ve özel nitelikli uluslararası insan hakları belgelerinde ve bunlara uyulmasını sağlamakla görevli koruma ve denetim organlarının yerleşik kararlarında gösterilmiştir. Avrupa Birliği ve üyesi devletler, kurucu ilkeler kapsamındaki ayrımcılığı kaldırmaya yönelik bu belgelerle bağlıdır. 2
Bu nedenledir ki, ayrımcılığın kaldırılması sorunu, türevsel hukuk belgelerinde ayrımcılık yasağına yüklenen eşit işlem ilkesiyle doğrudan bağlantılı olan anlam da göz önüne alındığında, salt dar anlamda -kurumların iradesinin ürünü olan kaynakların oluşturduğu- AB hukuku ve müktesebatı yaklaşımıyla incelenemez, incelenmemelidir. Sözünü ettiğim, birbiriyle iletişim ve etkileşim içinde olan ve birbirinden esinlenen, çoğu kez de pozitif hukuku önceleyen insan haklarına ilişkin ortak uluslararası hukuksal çerçeve, geniş anlamda AB hukuk ve müktesebatının da bir parçasıdır.
IV.
Ayrımcılığın önlenmesi ve kaldırılması, kuşkusuz ki salt yasal ve / yada yönetsel düzenlemelerle ve yalnızca kamu yetkililerinin bu tür “resmi” çabalarıyla çözülebilecek “hukuksal” bir sorun değildir. Uluslararası sözleşmelere ve denetimini yapan yargısal yada yarı-yargısal nitelikli mahkeme yada komitelerin içtihatlarına uygun asgari bir hukuksal çerçevenin oluşturulması gerekli ama yeterli değildir.
Tek boyutlu bir nitelik taşımayan ve uygulamada yeni ve “dolaylı” biçim ve türleriyle karşılaşılan bu sorunla savaşımda başarılı ve elle tutulur sonuçlar alınması, başka alanlarda da olduğu gibi, kökeninde farklı ve çok sayıda etkenin bulunduğu tutum ve davranışların da değiştirilmesine bağlıdır. Bu da, bu konuda ayrımcılık yasağı ilkesini uygulamakla görevli tüm kamu yetkililerini de kapsamak üzere, değişik hedef kitlelere yönelik kapsamlı, ciddi ve sürekli bir insan hakları eğitimi (İHE) yapılmasına bağlıdır.
Kanımca, varolan ulusal, uluslararası ve ulusalüstü hukuku eksiksiz uygulamanın, hak öznelerinin hak ve özgürlüklerden, çalışanların ve işçilerin sosyal haklardan eşit işlem ilkesi uyarınca ve ayrımcılık gözetmeksizin yararlanmalarını sağlamanın ön koşullarından biri, hak öznelerinin yanı sıra, yasal, yönetsel ve sözleş-mesel düzenlemelerin uygulanmasından sorumlu olan kamu yetkililerine ve işverenlere, kısacası eşitlik hakkının yükümlülerine yönelik kapsamlı ve sistemli bir insan hakları eğitimi programının gerçekleştirilmesidir.
V.
Ayrımcılık sorunu; özellikle ırk, etnik köken, yurttaşlık vb temellere dayalı ayrım gözetme politika ve uygulamaları, kendi başına bir insan hakları ihlali olmasının dışında, “ekonomik”ten “siyasal” bütünleşmeye yönelmiş bir Uluslarüstü Birlik için aynı zamanda -temelde ekonomik bütünleşmenin gölgesinde kalmış- “sosyal bütünleşme” açısından da son derece önemlidir. Kimi hak özneleri için yoksulluk riskinin artmasına ve yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açan ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin nedenlerinden biri de, yalnızca “tekil” değil çoğu zaman “çoğul” ayrımcılıkların, aynı kişinin yada kişi gruplarının mağduru olabildiği çok nedenli ayrımcı politika ve uygulamaların sürmesi, sürdürülmesidir.
Ayrımcılık sorunu, AB ülkelerinde yaşayan ve çalışan üçüncü ülkelerin yurttaş-larının yada bu ülkelerin yurttaşı olmakla birlikte farklı ırk yada etnik kökenli, farklı din yada inançlı kişilerin yada kişi kümelerinin sosyal ve siyasal bütünleşmelerini gerçekleştirmenin önündeki en önemli engellerden biridir. Amsterdam Antlaşması’yla getirilen korumadan kısa bir süre sonra kabul edilen 2000/43 ve 2000/78 sayılı yönergeler ve uygulanan Topluluk eylem programları, genişlemenin daha da büyüttüğü ve ciddileştirdiği böyle bir tehlikeye karşı alınan “hukuksal” önlemlerden biridir. Ayrımcılık sorunu, aşırı ulusalcı (milliyetçi) ve etnik çatışmaların böldüğü bir kıtada yeniden uzlaşmayı sağlamada en ivedi misyonlardan biri sayılmaktadır.
VI.
Bu çalışmanın temel konusu, “Avrupa Birliği’ne Sosyal Uyum” dizisinin ana düşüncesine uygun olarak, ayrımcılığın kaldırılması sorununun tüm insan hakları değil temel olarak sosyal haklar ve tüm hak özneleri değil özellikle çalışanlar (iş-çiler, kamu görevlileri vb) bağlamında incelenmesidir. Bununla birlikte, ayrımcılık yasağının, özellikle Türkiye’nin onayladığı sözleşmeler temelinde “ulusalüstü hukuksal çerçeve”sinin olabildiğince eksiksiz biçimde incelenmesinde, konu ikinci kuşak insan haklarını güvenceye alan sözleşmelerle sınırlandırılmak istenmemiştir. Üstelik, kimi zaman, salt “sözleşme”lerdeki ilke yada kurallarla da yetinilmemiştir. Ayrımcılık yasağının, tüm hak ve özgürlüklerin kullanılmasında göz önünde bulundurulması gereken “üstün” ve “ölçü” ilke olarak “birincil” kaynaklardaki dayanaklarının araştırılıp ortaya konulması gerektiği inancıyla, incelemeye uluslararası kuruluşların “anayasaları” olan kurucu belgelerinden, antlaşmalardan başlanmıştır. Antlaşmalardaki ilkelerin, ikincil belgelere dayanak olmasının dışında, insan haklarının uluslararası korunması alanında da önemi bulunmaktadır.
Öte yandan, birçok sözleşmede de örnekleri bulunduğu gibi, ayrımcılık yasağı aynı zamanda genel eşitlik ilkesi yada sosyal haklar bağlamında eşit işlem ilkesi ile birlikte ve açıkça düzenlenmiştir. Uluslararası insan hakları pozitif hukuku ile Avrupa Birliği hukuku da, değişik terimler kullanmış olmakla birlikte, bu iki ilkenin birbirini tamamladığını, birbirinin ayrılmaz parçasını oluşturduğunu yada aralarında nedensellik bağı bulunduğunu, kısacası bölünmezliğini, yaptıkları düzenlemelerle ortaya koymuş; ilgili denetim organları da, bu özelliğin altını çizmiştir. İki ilkenin açık yada örtük biçimde iç içe geçmişliği, ilkelerden yalnızca birini göz önünde bulundurarak bir inceleme yapmanın hem olanaksızlığını kanıtlamakta ve hem de, yapıldığında yetersiz kalacağını ortaya koymaktadır. Bu nedenledir ki çalışmanın konusunu, uluslararası ve ulusal belgelerde genel olarak “yasa (hukuk) önünde eşitlik ilkesi” biçiminde tanınıp güvenceye bağlanan ilke ile cinsiyetlerarası eşitliğe ilişkin özgül kuralları göz ardı ederek, “dar anlamda ayrımcılığın kaldırılması” ile sınırlandırmanın, benimsenen yaklaşımla bağdaşmayacağı düşünülmüştür.
Dolayısıyla, antlaşmasal / anayasal nitelikli kurucu belgelerden başlayarak ve “sözleşme” nitelikli olanlarla sınırlı olmaksızın, bildirge, tavsiye yada karar nitelikli olanları da kapsamak üzere başlıca insan hakları belgelerindeki “genel” ve “özgül” kuralların taranmasının, olabildiğince eksiksiz bir karşılaştırmalı inceleme yapılabilmesi açısından yararlı olacağı sonucuna varılmıştır. İşlem eşitliği ve ayrımcılık yasağına ilişkin bir yandan genel olarak tüm özneler ve tüm haklar için geçerli “genel” ilkeleri ve öte yandan da, çeşitli yönlerden elverişsiz konumdaki belirli özne kümeleri ve belirli haklar özelinde, genel olarak sağlanan korumayı “pekiştirici” ve “güçlendirici” olmak üzere yinelenen “özgül” kuralları da göz önünde bulunduran bir incelemenin doğru olacağı yaklaşımı benimsenmiştir.
VII.
Bu yaklaşım, evrensel ölçekli kuruluşlardan ve kabul ettikleri belgelerden baş-layıp bölgesel ölçekli kuruluşlara ve belgelerine geçerek, konunun, sonuncusu Türkiye’ye ilişkin olan altı kapsamlı bölümde incelenmesini gerektirmiştir. Bölümlerden ilk üçünde, temel amacı eşitliği hukuk ve uygulama boyutlarıyla gerçekleş-tirmek olan ayrımcılık karşıtı uluslararası insan hakları hukukunun çizdiği çerçeve ortaya konulmuştur. Evrensel ve bölgesel ölçekli bu çerçeve, Türkiye açısından, sözleşmelerin çoğunun onaylanmış olması nedeniyle özel bir önem -ulusalüstü bir nitelik- taşıdığı gibi, özellikle Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın kararlarında sıkça yapılan yollamalar nedeniyle Avrupa Birliği açısından da göz ardı edilmemesi gereken bir kurallar bütünü oluşturur.
Bölünmezliği ve tekliği, özellikle üstün ve ölçü ilke olarak insan haklarının tümünden yararlanmadaki işlevi nedeniyle “ayrımcılık yasaklı eşitlik ilkesi” biçiminde tanımladığım eşitliği ve / yada ayrımcılık yasağını, evrensel ve bölgesel nitelikli belgeler temelinde incelemeden önce, gerek öğretide, gerek kimi belgelerde ve gerekse kimi denetim organlarının kararlarında verilen tanımların birlikte topluca incelenmesinin; hem karşılaştırma yapma olanağı vermesi, hem kimi yinelemelerin önlenmesini sağlaması ve hem de ayrıntılı biçimde incelenen uluslararası çerçevenin daha kolay okunmasında yardımcı olması yönlerinden yararlı olacağını düşündüm (Giriş).
Ayrımcılık yasağı ve eşit işlem ilkesi; Birleşmiş Milletler belgeleri ile eğitim alanındaki UNESCO belgeleri temelinde, hem genel kurallara yer veren ve hem de belirli nedenlere dayalı ayrımcılıklara karşı özel ve ayrıntılı koruma öngören belgeler göz önüne alınarak, önce evrensel nitelikli kaynaklarından başlanarak incelenmiştir (Birinci Bölüm).
Uluslararası Çalışma Örgütü belgeleri; Örgüt’ün 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler ailesi içinde yer almasına karşın, sosyal politika ve sosyal haklar alanında BM’nin kural üretme yetkisiyle donatılmış en eski “uzman” kuruluşu olması ve bu alanlarda ilk uluslararası düzenlemeleri gerçekleştirmesi nedeniyle, ayrı bir bölümde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ayrıca bu bölümde, asla unutulmaması gereken bir ayrımcılık sorunu olarak, 111 sayılı sözleşmenin siyasal ve ideolojik görüşler temelinde ayrımcılık yapılarak çalışma hakkından yoksun bırakılan “1402’likler”e uygulanmasına ilişkin denetim organlarının tüm kararlarına da yer verilmiştir (İkinci Bölüm).
Ayrımcılık yasağının ve işlem eşitliğinin bölgesel düzeydeki uluslararası kaynaklarını oluşturan insan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile 1961 ve 1996 tarihli eski ve yeni Sosyal şartlar, Avrupa Birliği’nin genel olarak birinci ve ikinci kuşak insan hakları, özel olarak da “ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesi” açısından ayrık önemi olan belgelerdir. AB ve AT Antlaşmalarının yirmi yılı aşkın ve Adalet Divanı’nınsa çok daha uzun bir süreden beri sık sık göndermelerde bulunduğu Avrupa Konseyi’nin bu belgeleri, aralarında Türkiye’ye yönelik olanlarının da bulunduğu denetim organlarının kararlarına olabildiğince geniş yer verilerek incelenmeye çalışılmıştır (Üçüncü Bölüm).
Çalışmanın izleyen iki bölümü; Avrupa Birliği hukuku ve belgeleri ile ilgilidir. Antlaşmasal ve türevsel kaynaklar ile başka AB belgelerindeki ayrımcılık yasağı ve eşit işlem konusundaki düzenlemelerin oluşturduğu içeriği giderek zenginleşen hukuksal çerçeve, elli yılı aşan bir evrim süreci temelinde ve Adalet Divanı’nın önemli kararları da göz önüne alınarak incelenmiştir. “Eşit işlem” ilkesinin tanımı konusunda birincil ve özellikle ikincil kaynaklarda benimsenen yaklaşım nedeniyle, belirli alanlarda “cinsiyet”e dayalı ayrımcılıkların kaldırılmasını amaçlayan kurallara ve yönergelere de yer verilmiştir (Dördüncü Bölüm).
Avrupa Birliği’nin ayrımcılık karşıtı hukukunun incelenmesinin ardından, bu hukuksal çerçeve bağlamında Türkiye’deki hukuksal durumu ve uygulamayı 1998’den beri izleyip eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmek, gerçekleştirilen ilerlemeleri ve eksik de olsa sürdüğü belirtilen aykırılıkları ortaya koymak üzere Avrupa Komisyonu’nca hazırlanan ilerleme Raporları ile Katılım Ortaklığı Belgelerinin bu konudaki değerlendirme, eleştiri ve önerileri incelenmiştir. Bu belgelerle bağlantısı nedeniyle, Ulusal Programlardaki düzenlemelere de, birincisinden başlayarak bu bölümde yer verilmiştir (Beşinci Bölüm).
Ayrımcılık yasağına ve eşit işlem ilkesine ilişkin evrensel ve bölgesel kurallar ile AB düzenlemelerinin incelenip ortaya konulmasının ve böylece de, Türkiye’nin eşit işlem ve ayrımcılık yasağı konusundaki yükümlülüklerinin uluslararası ve ulusalüstü hukuksal çerçevesinin çizilmesinin ardından, son olarak, Anayasalardaki kuralları ve Anayasa Mahkemesi’nin 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde verdiği kararlarını da kapsamak üzere, ulusal hukuk ele alınmıştır. Temelde bireysel ve toplu çalışma / iş hukukunun bu konudaki düzenlemelerine yer verilen son bölümde; AB’ye üyelik süreci içinde bu alanda gerçekleştirilen uyum sağlayıcı anayasal ve yasal düzenlemeler, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesi konusundaki kurallarıyla sınırlı olmak üzere, doğrudan çalışma yaşam ve ilişkilerine ilişkin olmayan yasalar ile öğretide dile getirilen görüşleri de kapsamak üzere, eleştirel bir yaklaşımla incelenmiştir (Altıncı Bölüm).
VIII.
“Sosyal uyum” dizisindeki konu bölüşümünü göz önüne alarak sınırlı bir çerçevede başladığım bu çalışmada, benimsediğim yaklaşım nedeniyle eşitlik alanında bu sınırı zorlayıp aştığımı, aşmak zorunda kaldığımı belirtmeliyim.
Öte yandan, çalışmada; temelde ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesinin evrensel ve bölgesel ölçeklerdeki “hukuksal çerçevesi”ni ortaya koyma ve bu çerçevenin kılavuzluğunda çalışma hukuku alanındaki ilgili ulusal düzenlemeleri değerlendirme amacı benimsediğimden ve bunu da sosyal haklar ve sosyal uyum ile sınırlandırdığımdan, Avrupa Birliği’ndeki çalışmalar dışında, çok boyutlu olduğuna sürekli vurgu yaptığım ayrımcılık sorununun “hukuk dışı” boyutlarına girmedim. Çalış-manın oylumunun da belirleyici olduğu bu eksikliğin, başka incelemelerle giderilmesinin taşıdığı önemi belirtmeye gerek yoktur.
Ayrımcılık yasaklı eşitlik konusundaki uyum sorununa yaklaşırken, bunun salt Avrupa Birliği’nin bu alandaki birkaç yönergesiyle sınırlı, çözümü “kolay” bir sorun olduğu sanılmamalıdır. Genel olarak insan hakları alanında olduğu gibi, sosyal haklar alanında da, 1961 Avrupa Sosyal Şartı’ndan doğan çok sınırlı yükümlülüklerimizin önemli bir bölümünü neredeyse yirmi yıldan beri yerine getirmemiş, getirememiş, daha doğrusu getirmek istememiş olmamızdan da anlaşıldığı gibi, ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesinin gereklerine tam uyum sağlanması, sanıldığından daha ciddi ve çetin bir sorundur.
Uyum sorununun gerçek boyutları, ancak yetkili denetim organlarının pozitif kurallar konusundaki yerleşiklik kazanmış kararlarıyla anlaşılabilir. Çoğu zaman yapıldığı gibi, denetim organlarının, ancak “yargısal” nitelik taşıdığı zaman kararlarına uyma zorunluluğunun bulunduğunu düşünmek son derece yanlıştır. Onaylanan sözleşmelerin iç hukukta “ulusalüstü” hukuksal bağlayıcılığı konusunda, hak özneleri için doğrudan ileri sürebilecekleri öznel haklar yaratıp yaratmamalarına yada “aşamalı” biçimde uygulama yükümlülüğü içerip içermemelerine ilişkin farklı niteliklerinin sonucu olanlar dışında hiçbir fark yoktur.
IX.
Sendikal haklarda uyum sorunu konusundaki görüşümü, Avrupa Birliği’nin üye devletlerin yetki alanında bıraktığı sendikal haklara oranla çok kapsamlı bir kurallar bütünü oluşturmuş olmasına karşın, ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesine uyarlayarak yinelemekte yarar görüyorum:
Tüm bileşenleriyle ayrımcılık yasaklı eşit işlem ilkesine tam uyumun yolu; salt Brüksel’den değil, aynı zamanda New York, Cenevre ve Strazburg’tan; daha açık bir söyleyişle Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Avrupa Konseyi’nden, bu kuruluşların onayladığımız “ulusalüstü” sözleşmelerine ve özellikle denetim organlarının kararlarına uygun düzenlemeler yapılmasından geçer.
Bu uyum aynı zamanda ve öncelikle, birlikte göz önünde bulundurulması zorunlu olan insan haklarına saygılı ve dayalı devlet, hukuk devleti ve sosyal devlet ilkelerinin de gereğidir.
Mesut Gülmez
Datça - Ankara, 8 Mart 2009