ffa41
Basından- T24- Aziz Çelik- İşçiler ölür ve biz basın toplantısı yapıp sızlanırız

301 işçinin öldüğü Soma katliamı Türkiye’nin en büyük işçi katliamı olarak tarihe geçti. Soma katliamı organize bir suç. Bu organize suçta asıl failler devlet ve şirket iken, bu katliamın önlenmesi için sendikanın da üzerine düşeni yapmadığı tartışma götürmez. Bir başka altı çizilmesi gereken nokta ise ana akım medyanın emek ve işçi sorunlarına gözlerini yumması ve şirket güzellemeleri ve başarı öykülerine gömülüp işçilerin çalışma koşullarını ve taleplerini yansıtmamış olmasıdır.

 

Soma gibi katliamların önlenmesinde ve sorumluların cezalandırılmasında toplumsal tepkinin ve duyarlılığın yaşamsal önemi olduğu açık. Bu tip katliamların yaşandığı pek çok ülkede yoğun protesto eylemleri ve grevler gündeme geldi. Türkiye’de de tarihinin en büyük işçi katliamına, önemine uygun bir tepki verilmeli ve Türkiye tarihinin büyük işçi eylemlerinden biri ortaya konmalıydı.

 

Ancak başta Türk-İş olmak üzere sendikal hareketin Soma katliamına uygun bir tepki veremediğini görüyoruz. Türk-İş katliam sonrasında bir hafta süreyle üç dakika işe geç başlama gibi gayri ciddi bir karar almış, ancak gelen tepkiler üzerine bunu 15 Mayıs 2014 tarihinde bir gün iş bırakmaya dönüştürmüştür. Aynı gün DİSK ve KESK de iş bırakma kararı almıştır. Ancak Soma katliamı konusunda kritik görevin Türk-İş’e düştüğü açıktır. Çünkü katliamın yaşandığı madende ölen işçiler Türk-İş’e bağlı bir sendikaya üyedir ve Türk-İş 750 bine yakın üyesi ile Türkiye’nin en büyük işçi örgütüdür.

 

Bir günlük genel grev güçlü bir tepki olarak değerlendirilebilir. Ancak 15 Mayıs 2014 günü genel grev yapıldığını söylemek mümkün değildir. Az sayıda sendika genel grev kararına uyarken, Türk-İş üyesi sendikaların çok büyük bölümü bu karara uymamış veya sembolik eylemler yapmıştır.  Bu nasıl bir genel grevdir ki, uçaklar uçmuş, vapurlar çalışmış, otobüs-metro ve metrobüs seferleri aksamamış, ulaşım aksamamış, bankacılık hizmetler, elektrik ve iletişim hizmetleri kesintisiz sürmüştür. Sadece bir kaç sektörde (metal, maden, petro-kimya, deri, cam ve sağlık gibi) sınırlı bir iş bırakma yaşanmıştır.

 

KESK üyeleri iş bırakırken Memur-Sen ve Kamu-Sen iş bırakmadığı için kamu hizmetinde de önemli bir aksama yaşanmamıştır. Kısaca, işçiler yüzlerce sınıf kardeşleri bir katliamda ölürken bir gün iş bırakıp hayatı durduramamıştır. Bunun sorumluğu başta Türk-İş olmak üzere sendikaların omuzlarındadır.

 

Genel grevi başaramayan sendikalar, Ankara’da büyük bir miting ile bu katliamı protesto edebilir, hükümete ve kamuoyuna tepkileri gösterebilirler, sorumluların istifasını, görevden alınmasını ve yargılanmasını isteyebilirdi. Dahası bu katliama yol açan taşeron çalışma düzenine son verilmesini talep edebilirlerdi.

 

Ama ne yaptılar?  Türk-İş, katliamdan 10 gün sonra “yapabileceğim budur” edasıyla bir basın toplantısı yaptı. Bir yanda 301 işçinin öldüğü Türkiye’nin en büyük işçi katliamı öte yanda basın toplantısı. Ne hazin ve utanılası bir durum!

Oysa sendikalar, sendikaların olanakları, yönetimleri ve kadroları böylesi günler için vardır. Neden yapmadınız? Neden bir sendikal seferberlik ilan etmediniz?

 

Neden gerçek anlamda bir genel grev örgütlemediniz? Neden yüzbinlerce işçiyi meydanlarda toplayıp, sorumlu bakanları istifaya çağırmadınız? Neden sorumlu bürokratların yargılanmasını istemediniz? Neden madenlerin kamu tarafından işletilmesi talebini meydanlarda dile getirmediniz? Elinizi tutan ne? Şimdi değilse ne zaman?

 

Türk-İş’ uzunca bir zamandır “efendi sendikacılık” olarak tanımlanan bir politika izliyor. Bir diğer ifadeyle rica-minnet sendikacılığı olarak da adlandırılan bir sendikal tarz ile işleri idare etmeye çalışıyor. Ancak emeğin sorunlarının idare-i maslahat ile çözülemeyeceğini Soma katliamı bir kez daha ortaya koydu.

Sendikal örgütler Soma katliamına karşı ortaklaşa ve güçlü bir tepki ortaya koyabilirlerdi. Ancak bir araya gelmeye ve güçlerini birleştirmeye dahi tenezzül etmediler. 2010 Tekel direnişinden sonra uğursuz bir el tarafından dağıtılan Emek Platformu sonrasında sendikal hareket iyiye dağınıklaştı, hükümetin güdümüne girdi ve sindi.  Sokağa inmekten, toplu eylemden korkar hale geldi.

Soma’da 301 işçi öldüyse ve başka yerlerde her gün işçiler iş cinayetleri sonucu ölmeye devam ediyorsa, bunda devletin ve sermayenin sorumluluğu kadar, demokratik, mücadeleci ve sınıf eksenli bir sendikacılık yerine benimsenen “efendi” sendikacılığın ve “aman hükümeti kızdırmayalım” teslimiyetinin payı  da azımsanamaz.

Katliamın üzerinde 15 gün geçmesine rağmen, hala hiçbir bakan istifa etmediyse, asıl işveren durumda olan Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürü ve yönetimi görevden alınmadıysa ve patronlarla birlikte soruşturma sürecine dahil edilmediyse ve patronlar güvenliksiz ocaklara inilmesi için pervasızca çağrı yapabiliyorsa sendikacıların sorumluluğu da az değil canım kardeşim!

301 işçi yaşamını kaybetti, söz bitti. Siz neyi kaybetmekten korkuyorsunuz?

“Ölümden öte köy var mı?”

26.5.2014

 

 

GÜNDEM