ffa41
Basından- Evrensel Gazetesi-TAŞERON ÇIKMAZI

Taşeron işçiliği konusunda hazırlanan yasa tasarılarının ortak özelliği; tümünün “işçiye müjde” nidalarıyla duyurulmasıdır. Mevzuatta halihazırda yer alan düzenlemeler, her yeni tasarıyla birlikte sanki yeni keşfedilen önlemlermiş gibi parlatılmakta ve bunların yasalaşması halinde taşeron işçilerin hak kayıplarının ortadan kalkacağı ilan edilmektedir.

 

Örneğin gündemdeki tasarıda hileli sözleşme yaptırımı olarak düzenlenen “emsal ücret” uygulaması, Türkiye’nin 1960 yılında onayladığı 94 Sayılı ILO sözleşmesi ile kamuda çalışan tüm taşeron işçiler için zaten güvence altına alınmış bir haktır. Yani “yeni” olmadığı gibi kapsamı da hile yoluyla hak kaybına uğratılanlarla sınırlı değildir.

 

Öte yandan yeni tasarı güvence altına alınmış kimi hakkı da kısıtlamaktadır. Örneğin, yine emsal ücret uygulaması bakımından değerlendirecek olursak, getirilmek istenen düzenleme özel sektördekiler için hak kaybının doğrudan yasalaşması demektir. Mevcut durumda, hilenin tespit edilmesi halinde başından itibaren asıl işverenin işçisi kabul edilmesi gereken taşeron işçilerin bu hakları sadece emsal ücret ödemesiyle sınırlandırılmış bulunmaktadır. 

 

Bununla beraber tasarıdaki kimi düzenlemeler, kamuda taşeron işçi çalıştırılması bakımından var olan yasal kısıtlamaları da etkisizleştirecek niteliktedir. Sendikaların bastırmasıyla bu düzenlemelerin tasarıdan çıkarıldığına dair haberler basında yer alsa da, nihai olarak nasıl yasalaşacağı henüz belli değildir. 

 

Gündemde bir yasa değişikliği olması, ister istemez hukuk tartışmalarına ağırlık kazandırmakta ve hukuksal kazanımların kısıtlanması konusunu ön plana çıkartmaktadır. Ancak taşeron işçiliğine bağlı hak kayıplarını ve hâlihazırda var olan güvencelerin neden uygulanmadığını ortaya koyabilmek için düzenlemelerin lafzında boğulmak yerine taşeron istihdamının ruhuna odaklanmak gerektiğini gözden kaçırmamak gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki; “müjdelenen” her yeni tasarı aynı zamanda daha önce verilen “müjdelerin” aslında işe yaramadığının teyididir. Bu durumda tartışılması gereken; yasaların ‘nasıl’ düzenlendiğinden ziyade ‘neden’ düzenlendiğidir.

 

Hükümet kanadı gündemdeki tasarıyla ilgili açıklamalarında taşeron sisteminin kaldırılmasının söz konusu olmadığını söylerken, yeni düzenlemenin “sistemin disipline edilmesi ihtiyacının bir gereği” olduğunu ifade etmiştir. 

 

Benzer şekilde, iş yasasının gerekçesinde de taşeron sitemi “çalışma yaşamının bir gereği” olarak değerlendirmektedir. Ancak yaygınlaşan uygulamaların, işçilerin bireysel ve kolektif haklarını kullanılamaz hale getirdiği vurgulanmakta ve yasa maddesinin de esasen “taşeron işçiliğin kötüye kullanılmasına fırsat vermemek için” düzenlendiği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla hazırlanan tüm düzenlemeler, taşeron sisteminin “vazgeçilmez” olduğu ön kabulüne dayanmakta ve kötüye kullanımına fırsat vermemeyi amaçlamaktadır. 

Oysa ‘kötüye kullanmak’ taşeron sisteminin ana fikridir. 

Sistemin “vazgeçilmez” ilan edilmesi sağladığı rekabet avantajından ileri gelmekte, bu rekabet avantajı da doğrudan istihdam ilişkisinin kötüye kullanılması, kazanılmış hakların gasbedilmesi ve güvencesiz çalışmanın bir kural haline gelmesiyle mümkün olmaktadır.

Yani; “uygulama sorunları” olarak takdim edilen hak kayıpları arızi birtakım aksaklıklar olmayıp, “ilmi” ve “milli” bir strateji olarak dayatılan esneklik ideolojisinin işleyiş kurallarıdır.

Dolayısıyla, Hükümetin taşeron işçilere verebileceği tek hukuksal müjde; taşeron çalıştırmanın yasaklanması ve mutlak caydırıcılık sağlayacak şekilde çok ağır yaptırımlara bağlanmasıdır.

9.06.2014

 

 

GÜNDEM